Barış Manço diyor ki...
(05.02.1999) Rahmi Er
Dünyanın en iyi anlatım dilinin anadilim olduğuna
inanıyorum. Türkçe’nin çok muazzam bir esnekliği olduğunu düşünüyorum.
İki buçuk yaşındaki çocuğun anlayabileceği şekilde de anlatabiliyorum şarkılarımı.
Kırk yıl kafasını çalıştırsa da bu “adam ne demek istiyor?” diye zorlanılacak
şekilde de anlatabiliyorum.
-Biz, kelimelerle, melodilerle, ezgilerle direkt gönüllere girme savaşı
veriyorduk. Zaten gönüllere girseniz çıkmıyorsunuz. Şimdiki arkadaşlarımızın
kavgaları gönle girmek değil, insanların eklem yerlerine hitap ederek gözlerine
girmek sadece. Adı üzerinde zaten; göze girenler de hemen gözden çıkıyor.
-İstanbul doğumluyum; Galatasaray Lisesi’nde okudum; Belçika Kraliyet
Akademisi’ni bitirdim. Otuz sene Fransızca konuştum. Bu açıdan bakılınca
batı kültürü ile yetişmiş bir adam olarak görünüyorum. Anadolu topraklarını
ilk olarak 19 yaşındayken gördüm. 55 yıllık yaşamımın büyük bir bölümünü
yabancı ülkelerde konuşarak ve yaşayarak geçirdim. Ona rağmen hâlâ kendi
dilimden, kendi dînimden ve halkımdan kopmadım. Diğer insanlar 15 günlük
tura gidince hemen dönüyorlar ve gittikleri ülkenin dili ile konuşuyorlar.
Ben dilimi 35 yıldır bozamadım 15 günde bir insanın dili Türkçe’den kayabiliyorsa
o insanın geninde bozukluk vardır. Bakıma ihtiyacı vardır böyle insanın.
Geçen Ramazan ayında Kudüs’teki çekimlerimde Kudüs’te yaşayan, Anadolu’dan
80 sene önce göçmüş bir Ermeni ailesi bizi iftara davet ettiler. Biz bunu
Ramazan ayında yayınladıktan sonra bir sürü vatandaşımız tekrar yayınlanmasını
istediler. Burada garip olan şu: Bu aile 80 sene önce Türkiye’den göçmüş;
anne-baba ve çocuklar orada doğmuşlar. Torunlar da orada doğmuş ve senden
benden iyi Türkçe konuşuyorlar. İnsanları etkileyen de sanırım bu durumdu.
Ama öte taraftan İstanbullu bir aile 15 günlüğüne Venedik’e gidiyor. Bir
bakıyorsun dili dönmüş.
Türkiye’de spor neyse müzik de odur. Türkiye’yi
idare edenler ne kalitedeyse müzik de odur. Türkiye’nin bakkalı ne kadar
namusluysa müzik de odur. Bu imparatorluğu biz yapan değişik unsurların
birbirine saygısından kaynaklanan bir ortamdan geliyorum. Her sabah siftah
yaparken bizim esnaf birbirine hayrlar dilerdi. Siftah yaptıktan sonra
gelen müşteriyi komşusuna gönderirdi. Şimdi böyle bir toplum var mı? O
esnaf market oldu. Zaten benim zamanımda hatırlamıyorum bir futbol maçında
olay çıksın. Bugün her futbol maçında olay çıkıyor. Tribünde çıkmasa sahada
çıkıyor. Böyle topluma böyle müzik olur. Mecliste şimdi kavga ediliyor.
Bizim zamanımızda en fazla sıra kapaklarına vurulurdu. Şimdi meclisimizde
tekme-tokattan geçilmiyor. Bu böyle gitmeyecek tabiî. Her hareket kendi
alternatifini ortaya çıkarır. Her reaksiyon kontra reaksiyon getirir. Devamlı
bir bozulmayı hiç bir toplum kaldıramaz.
-Hafızasına aldığını başkalarına da aktarabilene entelektüel denir.
Entelektüel olmak mecburiyetindeyiz. Ama kafana yerleştirdiklerini anlatmazsan
insanlara o zaman entelektüel değilsindir. Koca koca adamlar var 70-80
yaşında hâlâ kitap yazmıyorlar. Koca bakanın anıları var. Bu adam anılarını
mezara götürüyor. Bu doğru değil. Keşke hepimizin, 60 milyon insanın kitabı
olsa. Herkes kendi hayat öyküsünü anlatsa; biz bunu okusak da faydalansak.
Mesela ben bütün edindiğim tecrübelerimi insanlara aktarmaya çalışıyorum.
Şu anda muhteşem bir olay var. Kamera, tv, video gibi onları kullanıyorum.
Benim derdim dünyayı gezmek değil. Öyle bir kaygım yok. Kimse evinin sıcak
rahatlığı varken öyle kutuplara, ekvatora gidip dolaşmaz. İnsanlar arasında
iletişim köprüsü kurmanın yaşamımdaki görevim olduğuna inanıyorum.
-Şimdi bakın herkes korkuyor; “ya Cezayir olursak, ya İran gibi olursak?”.
Biz hiç bir zaman öyle olmadık ki şimdi olalım. Bu ülkede garip bir paradigma
var. Bilmeden konuşuyor insanlar. İslami tarihimizi bilmiyoruz. Hâlâ kalkıp
kendi toplumumuzu ona buna göre ölçüyorlar. Türban kavgaları da buradan
kaynaklanıyor. Kimse alınmasın ama gerçek böyle. Sen bana karışmazsan ben
sana niye karışayım. Ne yapacak bu yaştan sonra; cebinde parası yok; okumak
zorunda. Ülkücüsü de solcusu da haklı. Hepsi, kendi kafasına göre ülkeye
hizmet etmek istiyor. Dünyanın en güzel gençliği var şu anda Türkiye’de.
Gençlere hep kızıyorlar. Bizim zamanımızda da kızıyorlardı. Sağcısıyla
solcusuyla türbanlısıyla sakallısıyla bunlar bizim evladlarımız.
Kimse dünyaya sebepsiz gelmiyor. Yaradan bizi belli
işleri yapsın diye göndermiş dünyaya. Çocuklara hizmet etmek de benim görevlerim
arasında. Benim içimdeki çocuk hiç büyümüyor. Kendimin büyümediğini hissettiğim
için çocuklarla hep birlikteyim.
-Biz ülke olarak teşekkür etmeyi bilmiyoruz. Teşekkür Arapça “şükran”dan
gelir. Lütfen de Farsça’dan geliyor. Türk’ün lügatinde bir şeyi isteyerek
almak yok. Öyle hani lütfen verir misin deyip arkasından da teşekkür etmemişiz.
Bu bizim bir yaramız; yaraları ortaya koyup teşhir etmez isen önleyemezsin.
Sevincimizi nasıl ifade edeceğimizi bilmiyoruz. Maçtan takım galip çıkınca
penceredeki masum vatandaşı vurabiliyoruz. Neymiş takım gol atmış. Yerin
dibine batsın böyle gol. Düğünlerimizde de böyle. Ancak gençlerden ümitliyim.
Hem politik-ideolojik görüşlerinden hem duygusal renklerinden. Çünkü hepsi
farklı. Bu gençlerin babaları tek tipti.
-Ortaya bir şeyler koyuyorsam bunların ileriki kuşaklar tarafından
bilinmesini istiyorum. Bu da ancak yazı yoluyla olacak. O açıdan ben söyleşilere
büyük önem veriyorum. Televizyon söyleşilerine o kadar sıcak bakmıyorum.
Bunlar, yazılı kaldığı için daha önemli.
Genç istidat Baki Günay’ın Merdiven Sanat’ın nisan sayısında Barış
Manço ile yaptığı mufassal mülakatın usaresi...düşünen, arayan, araştıran
beynini yoran sanatçılar; şüphesiz ki istisnaî değerler. Onlar, hayat görüşlerini
nesildaşları ve sonrakilerle paylaştıkça bu yolda yeni çığırlar açılır.
Düşünme ve teklif üretme külfeti herkesin borcudur.
Madem ki insansın; insanlara karşı borçların var...
————
Bu yazı, ilk defa 13 Nisan 1998 tarihinde yine bu sütunda yayınlanmıştır.
|