Bu sevgi selinin sebebi ne?..Hıncal Uluç CUMA 05 ŞUBAT 1999Artun Hocam'la oturuyoruz Ertekin'de.. Radikal'e yazacakmış beni.. Onun üzerine konuşuyoruz..Artun 40 yıllık dost.. "Annenin ölümünde verdim senin hakkında notumu" dedi.. "Cenaze töreninde öylesine metin duruyordun ki.." Meğer o dakikalarda, İstanbul'un öbür yakasında Sevgili Barış yaşam için son savaşını veriyormuş, doktorların ellerinde.. Artun, gelseydi de, evimde tek başına televizyonlarda Barış Manço'yu izlerken görseydi beni.. Bir türlü durdurmayı başaramadığım gözyaşlarımı görseydi.. Kendimi kontrol edemiyordum.. Gözlerimdem yaşlar akıyor, akıyor, akıyordu.. O gün hep "Bana ne oluyor?" diye düşündüm.. Annemin, babamın, çok sevdiğim dostlarımın ölümünde ağlamamıştım ben.. Barış'ı annemden çok sevmiyordum ya.. Ne oluyordu bana?.. Televizyonların haber yayınlarında izliyorum.. Moda, Barış'ın evinin etrafı dolu.. Yüzlerce, binlerce insan.. Her yaştan.. Peki bunlara ne oluyor?.. Bir şey var.. Bir şey var!.. Barış'ın en yakınları ile konuşuyorum.. Sevgi gösterisinin aldığı inanılmaz boyutlar onları da şaşırtmış.. "Barış'ın bu kadar sevildiğini bilmezdik.. Kendisi de bilmezdi" diyorlar.. "Hayatı boyunca bir kere, bir tek kere bu kadar sevildiğini görebilseydi keşke" diyorlar, gizli bir öfkeyle hatta.. Hep yazmış, hep söylemişimdir.. "Birisini seviyorsanız eğer, hemen söyleyin.. Hemen şimdi.. Bir daha hiç söyleme fırsatınız olmayabilir" diye.. Bunlar hep yaşarken Barış'a "Seni seviyorum" diyemeyenler mi?.. Ben dahil.. Tamam da, bu yanıt da açıklamaya yetmiyor bu akıllara durgunluk veren sevgi selini.. Salı gecesi, gece yarısına doğru, gene Ertekin'de otururken "Hadi" dedim, Ünal'a.. "Hadi Moda'ya gidelim.. El ayak çekilmiştir. Barış'ı ziyaret edelim.." Fırladık.. Ünal, Moda'nın çocuğu.. Orada doğmuş büyümüş.. Avcunun içi gibi biliyor.. Yoğurtçu'dan Bahariye'ye girdik ve tıkandık.. Daha en az iki kilometre yol var Barış'ın evine ve o eve giden bütün yollar tıkalı.. Gecenin bir yarısı unutmayın.. Ve insanlar.. Gidenler.. Dönenler.. Bahariye Moda arası caddeler, sokaklar, Salı pazarı gibi insan dolu.. İndik yürüyoruz.. Eve yaklaştıkça yoğunluk artıyor.. Evi gördüğümüz anda, artık yürümek de imkansız.. Polisler orada.. Ev ışıl ışıl.. Oraya yakılıp bırakılan yüzlerce mum, yüzlerce mumluk bir ışık kaynağı olmuş.. Parmaklıklar arkasında bir gül bahçesi.. O bahçenin ardında Barış.. Ve her taraf insan.. İnsan.. İnsan.. Barış'ın evi bir Sevgi Kabesi olmuş.. Sevgi selleri, dört bir yandan, kırk bir yandan buraya akıyor.. Dikkat buyurun.. Hiçbir örgüt yok, bu insanların arkasında.. Ne bir parti, ne bir dernek, ne bir sendika, ne bir sivil toplum kuruluşu.. Hiç kimse, hiç kimseyi örgütlememiş. Herkes kalbinin sesi ile gidiyor.. İlahi bir çağrı var sanki.. Düşünün bakalım, benzerini gördünüz mü bugüne dek?.. Peki neden?.. Neden bu insanlar gece yarıları, sabahlara kadar Moda'ya koşuyor ve bu Sevgi Kabesi'ni tavaf ediyorlar.. Bir sebeb olmalı.. "Barış Sevgisi"nin çok ötesinde bir sebeb.. Minnacık eve, yüzlerce insan sığar mı?.. Polis düzenliyor.. Gelenlerin çoğu rica ile kapıdan çevriliyor.. İtiraz yok.. Bunca izdiham.. Ama en ufak itiş kakış yok. Polis hiç bu kadar anlayış içinde görev yapmamıştır.. Beni tanıyor genç polis.. "Buyur Hıncal Ağabey" diyor.. Bahçeye doğru yürürken, belki de saatlerdir orada içeri girmek için bekleyen ama mümkün olmadığını hisseden bir genç kız, elindeki kırmızı buketi bana uzatıyor.. "Bunu benim için Barış'a götürür müsünüz?.." İçeri giriyorum.. Dolambaçlı dehlizlerden insanlar gene birbirlerini incitmeden, itmeden, nasıl büyük bir saygı, nasıl büyük bir sessizlik içinde iki yönlü ilerliyorlar.. Katafalkın bulunduğu oda aydınlık.. İçerisi girenler ve çıkanlarla dolu.. Tabut üzerine konan çiçeklerden, hatıra eşyalarından görünmez olmuş.. Barış Galatasaraylı.. Bir Galatasaray atkısı, bir Fenerbahçe atkısı ile sarmaş dolaş tabutun üzerinde.. Bir de Beşiktaş bayrağı asmışlar.. Daha dün bu kaşkollar tribünlerden birbirlerine en ağır sözcüklerle sövenlerin boyunlarında değil miydi?.. Birden anladığımı hissediyorum.. Bu sevgi selinin, bu seller gibi akan gözyaşlarının, bu Barış'ın evinin Sevgi Kabesi'ne dönmesinin sebebini.. Kucakta çocuklar orda.. Yanındakinin koluna girmeden yürüyemeyen nineler orda.. Tüm gençlik orda.. Fenerlisi, Cimbomlusu orda.. Müslümanı, Hristiyanı, Musevisi, hatta budisti orda.. Türkü, Rumu, Lazı, Çerkezi, Kürdü orda.. Sağcısı, solcusu, ANAP'lı, DYP'li, CHP, DSP'lisi orda.. Zengini, fakiri, patronu işçisi, tıpkı programındaki gibi, dedesi, torunu orda.. Bir ulus orda.. Son yıllarda, her ama her şey kullanılarak bölünmeye çalışılan bir ulus var orda.. Bilerek veya bilmeyerek, bu bölünmüşlüğe isyan ediyor, onları bir araya getirecek bir ortak payda, payanda arıyorlar.. Onları Barış'a koşturan duygu bu işte!.. Tehlikeyi hissediyorlar.. Ülke tehlikede.. Rejim tehlikede.. Demokrasi tehlikede.. Ulusal birlik tehlikede.. Atatürk'ün cumhuriyeti tehlikede.. Ve de liderlere bakın.. İçlerinde bir tek, bir tek kişi var mı, ulusun tümünü kucaklayacak, tümüne güven verecek, tümünün önünde yürüyebilecek?.. Üç gün sonra seçim var, ama ulusta umut yok.. Onlar sevgi istiyor.. Onlar sevmek istiyor, sevilmek istiyor.. Onlar tüm ayrımları bir yana bırakıp, tek olmak, kucaklaşmak istiyor. Onlar birlik, onlar dirlik istiyor. Onlar umut istiyor. Onlar "Biz bir ulusuz.. Biz Türk ulusuyuz.. Lazı, Rumu, Kürdü, Çerkesi, Müslümanı, Musevisi, Hristiyanı, Alevisi, Sünnisi, Ortodoksu, Fenerlisi Cimbomlusu ile bir ulusuz" demek istiyorlar, bir liderin etrafında toplanıp.. Ama o lider yok, ortalarda.. Umut da yok görünürde. Çünkü bunlar çöreklenmiş, bırakmaya niyetli değiller.. Barış'ı düşünün.. İyi düşünün.. Bu ülkenin en çalkantılı günlerinde önde gelen bir sanatçıydı.. Ama bir ama bir tek gün, ne kendisini, ne sanatını, herhangi bir ayrım için kullanmadı.. Saçına bakıp solcu, bıyığına bakıp sağcı dediler.. O hep ulusçu kaldı. Karış karış Anadolu'yu, adım adım dünyayı dolaştı hep "Türkiyem" diyerek.. "Ne mutlu Türküm diyene" diyerek.. Anadolunun en görkemli mozayık ustası idi o.. O hep birleştirici idi.. Hep birleştirici.. Hep sevgiyi anlatmıştı.. Hep "Sevin" demişti.. "Sevin.. Ülkenizi sevin. Birbirinizi sevin. Bir olun.. Birlik olun.." Bütün bu insanları sabahlara kadar Barış'ın etrafında toplayan duygu, buydu işte.. Barış, bu arayışın mesajı, bu umudun simgesiydi?. Al birini vur ötekine, yaşayan liderlerin umutsuzluğa sürüklediği bu ulus, söz birliği etmişçesine Barış'a bunun için koşuyordu? Canlılarda bulamadığı bir umudu, bir ölünün etrafında toplanarak yaratmaya çalışmak?.. Bundan daha açık, bundan daha net bir mesaj olur mu, lidercikler?.. Ve de onların kulları, köleleri.. Anlayabildiniz mi, Barış'a koşanların ne demek istediğini?.. Anlayabildik mi?. Barış'a mı ağlıyorduk, yoksa kendimize mi?.. Barış'a mı koşuyorduk, yoksa umuda mı?.. Barış'ın ölümü, bu ulusa, hala ulus olduğunu kanıtlama fırsatı verdi.. Barış'ın ölümü, bu ulusa, sevgi verdi, coşku verdi, umut verdi.. Yaşarken yaptıklarının bin katını ölümü ile yaptı Barış.. Bize, bizi anlattı!.. Bize "Biz" olduğumuzu hatırlattı. Sen.. Ben.. O değil.. Biz!.. Barış ölümü ile bir ışık yaktı.. Altında toplanabilirsek, güneş doğacak!..
Liderler nerdeydi?..Popülizm denince, bunlardan iyisini bulamazsınız.. Bayılırlar kendilerini ortaya atmaya.. Televizyonda görünmeye.. Ama Barış'ın üç gün üç gece süren cenaze töreninin hiçbir aşamasında yoktular.. Böyle bir fırsatı nasıl da kaçırdılar?..Neden acaba?.. Bu popülist liderler, niye ortaya çıkmadılar?. Cesaret edemediler de ondan.. Halkın Barış'a niçin koştuğunu biliyorlardı. Ortalarda görünseler, belki de yuhalanacaklardı, hissediyorlardı.. Onlar ancak kendi teşkilatlarının örgütlediği kalabalıkların önüne çıkar, ancak kendi yandaşları arasında aslan kesilirler.. Onlar Ulus'un önüne çıkamazlar.. Karanlık paraların karanlık bir şirketinin düzenlediği gecede bir yanına Recai Kutan, öte yanına Recep Tayyip Erdoğan ve Muhsin Yazıoğlu'nu alıp pozlar veren Tansu Hanım mesela, karışabilir miydi, o kalabalıkların arasına?.. Ya ötekiler?.. Liderlere ilk defa olumlu not verdim, Barış'ın ölümünde.. Kendilerini ve hadlerini biliyorlarmış demek.. Ulusun duygularını da.. Vallahi, bravo!..
"Politikacı değil, sanatçı istiyoruz" diye bağırıyordu, Devlet Töreninde toplanan insanlar.. Bir ANAP'lı hele bir de Mesut Yılmaz'ın mesajını iletmeye geldiğini söyleyince eğer, yuhalanmadı ise, kendisine ve liderine değil, bir ölüye duyulan saygıdandı.. Bu kadar öfkeli bir kalabalığın önüne çıktı ve konuşmaya başladı.. Tok bir ses, harika vurgularla konuşuyordu. Hitabet sanatı dedikleri buydu.. Kağıda bakmadan, irticalen konuşuyordu.. Ve o kadar güzel, o kadar anlamlı cümlelelerle konuşuyordu ki.. Daha üçüncü cümlede, öfke unutuldu ve her cümlesinin sonunda alkışlar patlamaya başladı. Bir ışık sezdim.. Bir ışık.. Genç.. Gösterişli.. Etkileyici.. Toplumların duygularını bir anda değiştirebilen, en öfkelileri bile birkaç saniye içinde avcunun içine alabilen.. Ahat Andiçen'miş adı.. Devlet Bakanlığı yapmış Yılmaz hükumetinde.. En genç bakanmış.. "Acaba" dedim kendi kendime.. "Acaba.." Keşke izin verseler.. Keşke böylesi gençlere, içleri geçmeden fırsat tanınsa.. Keşke yenilmekten ve yıkılmaktan başı dönenler "Benimle olmuyor" deyip kenara çekilmeyi öğrenseler.. Keşke bu ulusa "Yeni"leri deneme fırsatı verilse.. Seçim o zaman umut olur muydu, dersiniz?.. O zaman bu kadar "Kararsız" seçmen kalır mıydı? Eskiden Balkanlar'dan gelen soğuk hava dalgaları canımıza okurdu Şimdi ise "Banu Alkan'lardan" gelen bozuk ses dalgaları. "Kendinizi yönetirken kafanızı, başkalarını yönetirken kalbinizi kullanın." Bussy - Raputin (Teşekkürler Aykut) İkinci Dünya Savaşı'nın en gizli tutulan sırrı.. Aslında İtalyanlar Amerikalılar'dan önce atom bombasını icat ettiler ve iki tanesini attılar. Biri patlamadı. Öteki 98 dolarlık hasar yaptı.
|