Barış... Sevgiyi öğreten adam
(05.02.1999)Sevinç ÇOKUM

Barış Manço için bu ikinci yazım. Birincisini Japonya’da bayrağımızı gelincik tarlası halinde dalgalandırdığı muhteşem konseri için yazmıştım... Ve orada koştura koştura “Karasevda” şarkısını söylerken fethedilen Japonların alkışları karşısında hatırlarsınız, elini göğsüne tutmuş, kalbindeki çarpıntıyı anlatmak istemişti... İçime bir kaygı düşürüvermişti o an.
Barış Manço bizim kuşağın insanıydı. Ama sanat çizgisi küçük büyük herkesi çevreleyen, zamanı düne, bugüne, yarınlara ayarlı bir sanat adamıydı. Kendi kültürümüzden yola çıkarak evrenseli bulmak herkesin nasibi değil. Bizim kuşaktan olma vasfı ise sanırım, güzel İstanbul’u yaşamış ve bir köklü geleneğin içinden geçmiş olması, vatanseverlikle yoğrulmasıydı.
Vasıflı bir müzisyen, halk ozanı ölçüsünde şair, kültür adamı, kültür elçisi Barış, sevgi dolu, barış dolu bir yüreğin sahibiydi. Barış Manço hiçbir zaman kavgasıyla, öfkesiyle, direnişiyle, protestosuyla yansımadı sahnelere, ekranlara ve meydanlara... Aslında o gerçek bir direnişçiydi, çirkine, bayağı olana direniyordu. Hem en güzel seslenişiyle... Ama öyle bayat protesto gösterileriyle değil. Belki tebessümüyle, yüzünün yumuşak ifadesi, parmaklarının hareketi, giyimiyle...

Ülkesinin üstünde düşünen biriydi o... Doğrusu kaybından derin üzüntü duyuyorum, bu yazıyı da gırtlağım düğümlene düğümlene yazıyorum... Bir insanın halk tarafından baş tacı edilmesi örneğine sanırım yıllardır tanık olmamıştık.
Bana göre sanatçının kalıcılığı ya yepyeni şeyler söylemesiyle ya da bilineni, söylenmemiş biçimde ortaya koymasıyla belirlenir. Barış Manço, Kol Düğmeleri, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa’sı, Dağlar Dağlar’ı, Gül Pembe’si, Estergon’u, Genç Osman’ı, Derule’si, Kağızman’ı ve daha başka eserleriyle bunu yapmış, gönlümüze sokulmuştu. Hatırlı fincanlar, unutulmuş kol düğmeleri, aynalı kemerler, nane limonlar, bahçevan seslenişli domates, bibeer patlıcaaan’ları ile aslında bizim hayatımızın renk ve ışıklarını yakalamaktaydı.
Bayat değildi söyledikleri, bıktırıcı değildi; bazen imalı, bazen müphem, bazen mizah karışımı... Kültürümüzü, tarihimizi keşfederek yola çıktı, bizim içimizdeki sesi yakaladı diyebilirim.

Barış Manço yalnız müzik adamı mıydı, hayır! O bir insanlık aşığıydı, bir güzellik taşıyıcısı, bir gözlem ustasıydı. Güldürdü, düşündürdü, gezdirdi, bilgilendirdi. Gezi türü programların en iyisini, en içtenini o yaptı. Türk insanını bir yerlere getirmek istedi kısacası. Düşünüyorum, çocuklar çocuk olduklarını, katı dersler dışındaki yaşama sevincini onunla yakaladılar. Yaşlılar sevildiklerini, yalnız olmadıklarını onun programlarıyla anladılar.
Bazen Kızılderili giysileri, bazen sarı çizmeleriyle, bazen Osmanlı kaftanları, bazen batının Rock tarzını yansıtan giyimleriyle karşımıza gelen bu çağdaş Oğuz Beyi herkesin gönlüne bir sevgi tohumu ekti.
İyi bir eğitmen ve öğretmendi o. Dünyaya, yedi iklime pencereler açıyor, kurallarla değil, sevdirerek öğretiyordu. Tarihimizi, sanatlarımızı, Türkçemizi sevmeyi çoğu insan farkına varmadan, dershane duvarları arasına sıkışmadan onun Türkçesinden ve muhteşem hafızasından öğrendi.
O şimdi bir sembol adamdır. Rahmetlere erişsin, yolu cennete varsın...