Liderler neden cenazede yoktu? / Can Ataklı / PERŞEMBE 04 ŞUBAT 1999 

Barış Manço cenazeye katılan onbinler ve canlı yayınları izleyen milyonlarca insanın gözyaşı seli içinde uğurlandı.

 Gözler bu cenazede ister istemez liderleri aradı. Ne yazık ki hepsi sadece birer mesaj ve çelenk göndermekle yetinmişlerdi.

 Başbakan Ecevit yoktu. ANAP Genel Başkanı Yılmaz yoktu, yerine eski bakanlarından Ahad Andican'ı göndermişti. Andican siyasi mesaj vermeye kalkınca kalabalıktan cevabını aldı. Oysa Yılmaz cenazede olsa kimseden tepki gelmeyecekti.

 Tansu Çiller'in cenazeye gelmemiş olması da çok garipti. Üstelik DYP'nin de temsilcisi yoktu, tabii resmen.

 Baykal da gelmemişti cenazeye.

 Ama asıl şaşırtıcı olan Cumhurbaşkanı Demirel'di. Cenaze olduğunda iki eli kanda olsa koşan Cumhurbaşkanı'nın bu cenazeye, zaten oraya gidecek olan Vali'yi göndermesi hiç yakışmadı.

 Buradan da şu çıkıyor. Liderler siyaset yapamayacakları, istismar edemeyecekleri toplumsal girişimlere katılmıyorlar. Ayrıca belli ki korkuyorlar da.

 Çünkü böyle duygu yüklü ortamlarda kimse kimsenin gözünün yaşına bakmıyor.
 

Bu bir cenaze değildi

Kimse "Kapıya çiçek bırakın" demedi.

 Kimse "Sabaha kadar burada bekleyin" demedi.

 Kimse "Duygularınızı bir kağıda yazın" demedi.

 Kimse "Taksim'i doldurun" demedi.

 Kimse "Cenazeye gelin" demedi.

 Ama onbinlerce insan Barış Manço'ya sevgisini bir sel olup gösterdi.

 Barış Manço'nun cenazesi, sadece bir cenaze değildi. Halkın duygularını, sevgisini ortaya döktüğü bir şölendi aslında.

 Milyonlarca insan, herşeyin üzerine çıkarak ortak bir duyguda buluştu. Bu dün belki bir üzüntünün paylaşılmasıydı. Ama bir anlamda protestoydu. İçinde bulunduğumuz istikrarsız koşullara, yalana, dolana, ahlâksızlığa, sahtekârlığa karşı bir protesto.

 İnsanlar, hiçbir zorlama olmadan, baskıya uğramadan bir araya geldiler, Barış'a koştular. Duygularını dile getirdiler.

 Cumhuriyet törenlerinde bile meydanları ancak şarkı, türkü, havai fişek promosyonu ile doldurduğumuzu hatırlayınca, Barış Manço için kendiliğinden oluşan sevgi selini anlamakta güçlük çekmeyiz.

 Barış Manço, şarkılarıyla, düşünceleriyle, felsefesiyle, yaşam biçimiyle, aile hayatıyla Türkiye'nin bir senteziydi.

 Bu ülkeyi seven, başkalarının haklarını da kendi hakkı gibi savunan, kollayan, sorunları akılla, hoşgörüyle ve sevgiyle çözmeye çalışan, yani bu ülkenin ezici çoğunluğunun duygularını yaşatan bir sentezdi.

 Dün cenazede "Türkiye seninle gurur duyuyor" diye bağırdı onbinlerce insan. Bu slogan ilk kez Barış Manço'ya bu kadar yakıştı. O bunu haketmişti.

 Gözümüz yaşlı, acılıyız, üzüntülüyüz. Ama yüreğimiz ferah. Çünkü Türkiye Barış Manço'yu yetiştirdi. Ve nice Barış Manço'lar da aramızda. Tesellimiz bu.
 
 

Artık şu "sanatçı" lafını biraz ölçülü kullanalım

Türkiye çok büyük bir sanatçısını kaybetti. "Sanatçı" sözcüğünü, göğsümü gere gere kullanıyorum, çünkü Barış Manço gerçek anlamda bir sanatçıydı.

 Oysa son zamanlarda, önüne gelen herkes "sanatçı" ünvanını kullanıyor. Şarkıcılar, türkücüler, arabeskçiler, dansözler, mankenler, hepsi bir olmuş kendilerini "sanatçı" olarak lanse etmeye çalışıyor.

 İşin kötüsü özellikle radyo ve tv'ler de bu kişileri tanıtırken "sanatçı" diyorlar.

 Sanatçı olmak o kadar kolay değil. Meydanı boş bulup kendilerine "sanatçı" diyenlere artık dur demeliyiz. Buna öncelikle; biz sözlü ve yazılı basın olarak önderlik yapmalı, haketmeyenlere "sanatçı" ünvanını yakıştırmamalıyız.

 İnsan gerçek sanatçılarını yitirince belki daha duygusal oluyor ve yapılan haksızlığı daha iyi görüyor.

 Herkese "sanatçı" diyecek kadar gözü kararmış bizlerin Barış Manço'ya bir "özür" borcumuz var.